18 Temmuz 2010 Pazar

Uyqur Türkçəsində bir hörüt (mətn) üzərinə



İyi ile Kötü Prens Öyküsü
Budacılığa ilişkin İyi ve Kötü Prens Öyküsü’nün özgün adı Prens Kalyanamkara, Papamkara Hikayesi’dir. Uygurca çevirisi 11. yüzyıl başlarında Dunhuang’daki bir mağaraya konularak mühürlenmiş ve mağaranın 1900’lü yıllara doğru bulunup açılmasıyla ortaya çıkmış on binlerce el yazmasından biridir.  Paulo Pelliot, bu yazmayı 1908 yılında bulur ve bunu da öbürleriyle birlikte Paris’e getirir. Gerçekte, yazıcının belki bir deneme ya da araştırma amacıyla bitirmeden bıraktığı, Budacılıkla ilgili bir metnin bozuk bir kopyası söz konusudur. Yok edilmelerini önlemek ve böylece bir günahtan kaçınmak amacıyla, 11. yüzyıl başlarında anılan mağarada koruma altına alınan bozuk, yırtık ya da çok kullanılıp eskimiş öbür on binlerce kutsal el yazması ya da belge arasında yer alır. Öykünün özgün anlatısı Çince’dir. Çeşitli Asya dillerine çevrilmiştir. Uygurca çevirisi özgün bir biçem ve keyifli bir anlatım içerir. Paris Ulusal Kitaplığı’nda bulunan Türkçe yazmanın birçok sayfası eksiktir. Elde seksen sayfa bulunur.
 Öykünün özeti şöyle:
Çok eski zamanlarda Benare adlı bir krallık vardı. Ülkenin kralı çok iyi, çok akıllı bir kraldı. Altmış küçük krallığı, sekiz yüz kalesi, beş yüz fili, yirmi bin karısı vardı. Fakat oğlu yoktu. Kralın buyruğu ile halk dağ, ırmak, göl, ağaç tanrılarına dua etti, kurbanlar kesti. On iki yıl sonra kralın birinci karısı ile ikinci karısı gebe kaldı. Birer erkek çocuk çocuğu doğurdular.
Ön biliciler birinci çocuğun iyi dost, ikinci çocuğun kötü dost olacağını söyledi. Gerçekten Kalyanamkara sevimli ve akıllıydı. Papamkara ise kötü bir kişiydi. Bunun için kral ve kraliçe Kalyanamkara’yı sever, Papamkara’yı sevmezlerdi. Bir gün, Kalyanamkara şehir dışına gezmeye çıktı. Çiftçilerin, avcıların, dokumacıların, kasapların el uğraşçılarının yaptıklarını görünce çok üzüldü. Babası neden üzüldüğünü sorunca: ‘Bu zahmetli yerde ben neden doğdum? Birçok yoksul, düşkün canlıları görüp ağladım. Geçim uğruna ne güçlükler çekiyorlar, canlıları öldürüp ne büyük günaha giriyorlar. Hazineni bana ver, bu yoksullara dağıtayım. Yeryüzünden bu sıkıntılar, günahlar kaksın’ dedi.
Kral sevgili oğlunun sözünü kırmadı. Hazinedarlara ‘Gelenlere hazinemi dağıt’ buyruğunu verdi.
Bir süre sonra hazine tamtakır olma durumuna geldi. Dağıtım durdu. Prens Kalyanamkara gene üzülüp ağlamaya başladı. Halka yetecek kadar kazancı kazanmaya karar verdi. Danışmanlara danıştı: ‘Bütün dünyadaki canlıların gereksinimlerini karşılayacak kazancı sağlamak için  ne yapmalıyım’ dedi. Kimi çiftçiliği, kimi alışverişi öğütledi. Sonunda bir bilge kişi bunun için ancak erişilmeyen ‘Çintemani’ incisini ele geçirmek gerektiğini söyledi.
Prens, bu inciyi bulmak için denizlere açılmaya karar verdi. Deniz tehlikelerle doluydu. Kral ilkin izin vermedi. Sonra oğlunun üzüntüsüne dayanamayıp izin verdi. Seksen yaşında bilge bir denizcinin öncülüğünde beş yüz usta denizci ile denize açıldılar. Papamkara da ‘Onu severler, beni sevmezler. Bir de o, inciyi bulup getirirse, ben iyice gözden düşerim diye kafileye katılmıştı.
Yol boyunca Prens Kalyanamkara, adamlarına isteyenin geri dönebileceğini söylüyor, fakat kimse ondan ayrılmıyordu. Sonunda mücevherli adaya vardılar.  Mücevherleri, incileri gemiye doldurdular. Fakat prensin aradığı ‘Çintemani’ bunlar arasında yoktu. İnci ve mücevherlerle dolu gemileri geri yolladı. Yaşlı, bilge yol göstericisi ile ikisi yola devam etti. Yolda bu bilge yaşlı da öldü. Prens tek başına –yaşlıdan öğrendiklerine göre- yolunu sürdürdü.
Zehirli yılanlardan, ejderlerden, güzel kızlardan kurtularak ejderha kralının katına çıkmayı başardı. Ejder Kral onu ‘Buda’ bilerek sevdi, kulağındaki ‘Çintemani’ incisini verdi.
Kalyanamkara, Çintemani incisini alıp döndüğünde, kardeşini deniz kıyısında bekler buldu. Meğer kötü dost Papamkara, geri dönen gemilerle gitmemiş, Kalyanamkara’ya bir oyun oynamak için kalmıştı. Kalyanamkara da ne bilsin, inciyi saklasın diye Papamkara’ya verip kendisi uykuya daldı. Papamkara, iki kamış şişi uyuyan kardeşinin gözüne sapladı. İnciyi de alıp kaçtı. Kalyanamkara, gözlerinde kamış şişler saplı orada kaldı. Tanrı ‘Yer-Su’ İrşi, kardeşinin hayınlığını ona haber verdi. Kılavuzluk ederek ülkesine ulaştırdı. Papamkara ise, kardeşinin ve bütün gemicilerin öldüğü yalanını uydurmuştu.
Kalyanamkara bir gün beşik kertme nişanlısı kral kızının yurduna vardı.Yolda kralın sığırtmacı ile karşılaştı. Bir boğa yere yıkılarak prensin üstüne gölge edip durdu. Dil ve gözlerindeki kamış şişleri çıkardı. Yarasını iyi etti. Kralın sığırtmacına kendini dilenci diye tanıttı. Sığırtmacın konuğu oldu. Bir ay sonra bir kopuz buldu, şehre çıktı. Kopuz çalıp topladığı sadakalarla beş yüz dilenciyi besledi.
Sonra dilencilerden ayrılıp kralın bahçıvan bahçe bekçisi durdu. Her ağaca bir çan astırdı. Çanların iplerini eline aldı. Kuş sesi duydukça ipleri çekti. Çanlar ötünce kuşlar da kaçtı. Bahçeyi böyle bekliyordu. Kimse onun Prens Kalyanamkara olduğunu bilmedi. Nişanlısı kral kızı da bilmiyordu. Fakat kız bu kör bekçiyi gördükçe, ona kanı kaynıyordu. Sonunda kral kızı bu kör bekçiye vuruldu, onunla evlendi.
Bir gün  bu iki sevdalı karı koca tümden önemsiz bir konuda  birbirinden kuşkulandı. Acaba birbirlerine hep doğruyu mu söylüyorlardı, yoksa gizledikleri bir şey var mıydı? Bunun için her ikisi de ‘gözleri’ üstüne yemin etti. İkisinin de kalbi doğru olduğundan Tanrı Kalyanamkara’nın gözlerini açtı. Ancak o zaman Kalyanamkara kim olduğunu açığa vurdu. Hep birlikte sevinip mutlu oldu.
Sonra Kalyanamkara kendi ülkesine döndü. Gördü ki, anne babasının ağlamaktan gözleri kör olmuş. Kardeşi Papamkara da yaptığı kötülüklerden ötürü zindana atılmış. Kalyanamkara gözlerini açtı. Sonra da  Papamkara’yı zindandan çıkarıp suçunu bağışladı.
Papamkara’nın kaçırdığı Çintemani incisini de geri aldı. Bütün yoksulları eziyetli çalışmalarından, dünyalık sıkıntılarından ve canlıları öldürüp günaha girmekten koruyacak geçim kaynağını sağladı. Ülkesin ve halkına böylece mutluluk getirdi.
………………………………….Hasan DOĞAN…………………………………
Ordu Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı